26 Aralık 2011 Pazartesi

Paralel Evrenler


Ayna Çalışması



Bir kişiye kızdığımız ya da bir olaya üzüldüğümüz 



zaman, burada kendi içimize dönüp aramamız gereken 


üç şey vardır.

1. Bu olay, negatif bir bilinçaltı kaydımı değiştirmem gerektiğini mi haber veriyor?

2. Bu olay ya da kişi, hangi korkumun düğmesine basıyor?

3. Bu kişi bana aynalık mı yapıyor?

….Birinin bize aynalık yapması ne demektir?

Birinin bize aynalık yapması demek, bize kabul etmediğimiz ve kimse fark etmesin diye büyük bir gayretle kendimizden bile sakladığımız yönlerimizi göstermesi demektir. Hayatımızda bu işle görevli kişiler genellikle çocuklarımızdır. Çocuğu olanlar, çocuklarındaki beğenmedikleri davranışları kendileri nerede, ne zaman ve ne şekilde yaptıklarını bularak kendilerini önemli ölçüde değiştirebilirler.

Birine bir sıfat söylüyorsanız, örneğin kıskanç diyorsanız, siz nerede, ne zaman ve nasıl kıskançlık yaptığınızı bulup bu huyunuzu ya değiştirir ya da kıskançlık yapan kişileri de, kendiniz gibi kabul edersiniz.



Bir arkadaşım ayna çalışması yaparken dolandırıcılara çok kızdığını, fakat kimseyi dolandırmadığını ısrarla iddia ediyordu. Halbuki bir saat önce birlikte yemek yerken bize şöyle bir olay anlatmıştı:

Birbirlerine çok benzeyen ikiz kızlarından birisi hastalanmış. Hasta olanın gidip bir resmi dairede imza atması gerekiyormuş. Arkadaşım da hasta olanı evden çıkarmamak için, sağlıklı olan ikizini götürüp onun adına imza attırmış.

Ne kadar masum bir dolandırıcılık örneği! Dolandırıcılığın iyisi kötüsü olmaz. Herkesin yaptığı şeyi yapmak için nedenleri vardır. Herhalde arkadaşım bunu bulduktan sonra dolandırıcılara o kadar da kızmıyordur, ya da masum dolandırıcılıklar yapmıyordur. Her şey insanlar içindir ve bütün insanlar sevgiyi ve kabul edilmeyi hak eder.

Ayna çalışması ruhsal temizlik için çok önemli bir çalışmadır. Sadece bu çalışmayla bile hepimizin her şey olduğumuzu, aslında ne kadar aynı ve bir olduğumuzu anlayabiliriz.

Elinize bir kağıt kalem alın. Bütün yakınlarınızın ve birlikte çok vakit geçirdiğiniz kişilerin ismini alt alta yazın. Anne, baba, eş, çocuk, kardeş, çok sık görüştüğünüz yakın dostlar. Şimdi de her bir ismin yanın onların beğenmediğiniz yönlerini yazın. Sonra da bunları bir bir nerede, ne zaman ve nasıl yaptığınızı bulun. Bulamazsanız gözlerinizi kapatıp medite hale geçin, birkaç kez derin nefes aldıktan sonra cevabı alacağınıza inanarak içinize sorun. Mutlaka bir görüntü ya da his alıp nerede böyle olduğunuzu bulacaksınız. Bulamıyorsanız, inanmıyorsunuz demektir. Çünkü bugüne kadar benim hiç bulamadığım olmadı. Kimin hakkında ne dediysem, kendimde buldum.


"Niye etrafımda bu tip insan dolu?" diye soruyorsanız. Biliniz ki o tip insan sizsiniz ama bunu kabul etmiyor, içinizde bir yerlerde böyle olduğunuz için kızıyor ve değilmiş gibi davranıyorsunuz. Sizinle aynı enerjide olan insanları etrafınıza çekersiniz. Siz onlara, onlar size aynalık yaparsınız. Siz enerjinizi çözdüğünüz zaman, ya hayatınızdan çıkacaklar ya da size karşı davranışları değişecektir. Onlar değişmeyecekler, diğer kişilere yine eskisi gibi davranacaklar, ama size karşı davranışları değişecektir. Siz enerjilerinizi değiştirdiğiniz zaman karşınızdaki kişilerin size karşı olan davranışlarını da değiştirmiş olursunuz. Sizden giden mesaj değiştiğinde, karşıdan yansıyıp size dönen mesaj da değişmiştir.



Ayna çalışmasını sevmediğim günlerde, bunun iki sebebi vardı:

1. Ayna çalışması o kadar aydınlatıcıdır ki, egonuz sizi bu çalışmadan kaçırmak ister.
2. Hiç kimse kendi karanlık yüzünü kabul etmek kolay değildir. Biz kolayca başkalarını karalayabiliriz ama iş kendimize gelince, hep aynı tür davranışlarımız için makul bir açıklamamız vardır. "Ben onun gibi yapmıyorum ki! Belki de hayatımda bir kere yapmışımdır." Sonuçta siz aynı durumu niye ve kaç kere yapmış olursanız olun, yaptınız ve başka kişilere de yapma hakkını verin. Onların sebepleri de kendilerine göre makul.

Herkese eşimin beni aldattığını söylemem kolaydır.
Peki ben niçin bu aldatan kişiyle yaşıyorum, niçin deneyim yapmak için onu seçtim? Çünkü aynı enerjilere sahibiz. O halde ben kimi aldatıyorum? Kendimi?

Bir kadın bunca aldatılır da hissetmez mi? Bu mümkün değildir. Ama ben gerçekten hiç hissetmemiştim. Benim kocam asla böyle bir şey yapmazdı. Evlenmeden önce pazarlık yapmıştım ya. Yapacak olsa söyler ve giderdi. Ben her zaman kendimi bu düşüncelerle kandırdım. Çünkü hissetmek hiç işime gelmezdi. Bu evliliğin sonu demek olurdu ki, benim için hayatta daha korkunç bir şey yoktu. Ben nasıl kaybetme korkusuyla kendimi aldatıyorsam, o da esir olma korkusuyla beni aldatıyordu. Suçlanma korkusuyla suratıma bakamıyor, bana soğuk davranıyor ve bu da benim değersizlik korkuma basıyordu. Ne anlaşma!



Peki ben niye bu kadar bencil bir insanla yaşıyorum?
En az onun kadar bencil olduğumu anlamak için.

Bu inançla geçmişime baktığımda hayat boyu çevremdeki insanları benim istediğim şekilde olmaları için sinsice yönlendirdiğimi ve olaylar benim kontrolümden çıkarsa da öfke krizine girdiğimi farkettim. Öfke bencilliktendir. Eşimin hayatımdaki rollerinden biri benim içimde sakladığım bencilliği ortaya çıkarmaktı ve bunu da başarıyla yaptı. Gittiğinde o kadar kontrolden çıktım ki, artık bencilliğimi gizleyemedim. Çevremde benim istediğim gibi davranmayan herkesten nefret ettim.

Artı bencillik yapmam sebep olan korkularım yok, dolayısıyla bencillik kelimesi lûgatımda yok. Eski eşimde bana hiç bencil görünmüyor. Kimse bu özelliği ile dikkatimi çekmiyor.

Affetme meditasyonlarını yaparken eşimden daha zor affettiğim biri vardı. Adının geçmesi midemi bulandırmaya yetiyordu. Bana kaypak, kişiliksiz, nabza göre şerbet veren, iki yüzlü, hesapçı, yalancı, yılan gibi görünen biri. Bu kişinin bana yaptığı aynalıklara bakar mısınız? Kabul edilebilir gibi değil. Ayna çalışması sevmediğimden, bu sıfatların kendimdeki yerini bulmadığımdan tabii ki onu bir türlü affedemiyordum. Bunların hepsini nerelerde, nasıl yaptığımı bulduğumda pes ettim. Gerçekten bizim olmadığımız bir şey yok, biz her şey olduk. Şimdi o kişinin de varlığına şükrediyorum.

Eğer çevrenizde yalancı insanlar varsa ve sizi bu huyları ile rahatsız ediyorlarsa, ya "Yalancı benim" demeyi öğreneceksiniz ya da onlara kızıp köpürerek çevrenizde kendinize çektiğiniz yalancı insanların sayısını artıracaksınız. Siz yalancı olduğunuzu kabul ederseniz, ya yalan söylemekten vazgeçeceksiniz (beyaz yalan bile olsa) ki size de yalan söylenilmesin, ya da yalan söyleyen insanlara kızmaktan vazgeçeceksiniz. Çünkü onlar da aynı sizin gibi bir takım korkuları yüzünden yalan söylüyorlar.

Eğer peşin peşin her şey olduğunuzu kabul ederseniz ayna çalışması kolaylaşır ve hatta zevkli hale gelir. Belki de sadece ben bu kadar kötüyüm, ne dersiniz?


Kaynak: Hilal Dilek -İçimdeki Yolculuk-I kitabından

GERÇEK AŞK

Gerçek aşk, paylaşır; diğerini sömürmek değildir, diğerine sahip çıkmak değildir. Sorun, sen diğerine sahip çıkmak istediğin zaman doğar: Diğeri de sana sahip çıkabilir. Ve eğer diğeri daha güçlüyse, daha çekiciyse; doğal olarak, köle durumuna sen düşersin. Eğer diğerinin sahibi olmak istiyorsan, “köle durumuna düşebilirim” diye korkarsın. Eğer diğerine sahip çıkmak istemiyorsan, diğerinin sana sahip çıkabileceğinden de korkmazsın. Aşk asla sahip çıkmaz ve aşka asla sahip çıkılamaz.

Gerçek aşk seni özgürlüğe götürür. Özgürlük en yüksek zirvedir, en yüksek değer. Ve aşk da özgürlüğe en yakın olandır; aşktan sonraki adım, özgürlüktür. Aşk, özgürlüğe karşı değildir; aşk özgürlüğe giden bir basamaktır. İşte farkındalık sana bunu gösterir; aşkın özgürlüğe götüren bir basamak olarak kullanılacağını. Eğer aşıksan, diğerini özgür bırakırsın. Ve diğerini özgür bıraktığın zaman, diğerinden özgürleşirsin de.Aşk bir paylaşımdır, sömürü değil. Aslında aşk, hiçbir zaman çirkinlik ve güzellik kavramlarıyla düşünmez. Şaşırırsın: aşk hiçbir zaman çirkinlik ve güzellik kavramlarıyla düşünmez. Aşk sadece davranır, yansıtır, meditasyon yapar; hiçbir zaman düşünmez. Evet, bazen biriyle uygun düştüğün olur; birden her şey uyuma kavuşur. Bu güzellik, çirkinlik meselesi değildir. Bir uyum, ritim meselesidir…


-OSHO-

25 Aralık 2011 Pazar

Çevrenizi ve Deneyimlerinizi Değiştirmediğiniz sürece aynı kalmaya mahkumsunuz.


Zeitgeist Hareketi - Özet


BU SADECE BİR GEZİNTİ.. HATIRLA..


5 Maymun Deneyi



Büyük bir kafese beş maymun koyarlar. Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar.
Önce her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde,dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Sadece merdivenleri çıkmaya çalışan maymun değil, diğerleri de bu soğuk sudan nasibini alır. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.
Bir süre sonra muzlara hareketlenen bir maymun diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Çünkü kimse ıslanmak istemez. Daha sonra, bu maymunlardan biri dışarı alınıp, yerine YENİ bir maymun(adı:"a"olsun) konulur.
A'nin ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler...
Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla ("b") değiştirilir... Böylece içeride 2 yeni (hiç ıslanmamış maymun vardır) ve b merdivene ilk yaptığı atakta dayağı yer. Bu ikinci yeni maymunu (b) en şiddetli ve istekli döven ise, ilk yeni maymundur(a). Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir.
En yeni gelen maymun (c)de ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin (a ve b) en yeni gelen maymunu (c) niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur.
Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle (d ve e) değiştirilir.
tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır. Yani kafeste hiç ıslanmamış ve ne olduğunu bilmeyen 5 maymun, sırf öyle gördükleri için içeride yapılanı taklit ederek muza uzananı döverler.

Neden mi?

Çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmelidir... (!)

İşte buna Toplumsal / Organizasyonel Şartlanma denir.
Yani grup-topluluk psikolojisi.

20 Aralık 2011 Salı

Farklı düşün


Nuray Sayarı ile Çakra Açma


"Kendini Sevmek" olumlama by Akın Berk


Ellie Drake - Başarı


Başarıya Yürüyenler Bahar Korçan


İlham Veren Son Ders.


Bir Amaç İçin Yaşamak - Ellie Drake


Kendinizi Başarıya Programlayın


Gelirinizi %1000 Artırma Formülü


HİÇ KİMSEYE KENDİNİ KANITLAMAK ZORUNDA DEĞİLSİN !

Hiç kimseye kendini kanıtlamak zorunda değilsin. 

Hiç kimsede sana kendini kanıtlamak zorunda değil. 

Kurduğun cümlelerdeki kelimeleri iyi seçte karşındakinden ağır bir tepki geldiğinde " ben ona bişey dememiştim ki " gibi ağlanıp sızlanma...

Ve sen sana söylüyorum.

Yürüyeceksen " o ne der, bu ne der " diye düşünmekten vazgeç.

Bas ve yürü.

Yürümeyeceksende, " ben aslında onu düşünüyorum, onun iyiliği için yürümüyorum " gibilerinden ne kendini ne de başkalarını zan altında bırakma.

Çıktığın bu yolda seni tökezletmek için umulmadık girişimler göreceksin. Gerek yakınların gerek kırk kat yabancılar " ama aslında öyle, aslında böyle " gibi gibi gibi bir sürü toplum bilinci safsatası ile sana saldıracaklar.

TAKILMA VE BİR AN BİLE DURAKSAMA.

Eğer senin önüne geçiyorsa yıkılması gerektiği ve kendini senden küçük hissedip, senin yükselmeni istemediği içindir.

YIK VE GEÇ

EĞER DURMAYI SEÇERSENDE, ARTIK YÜRÜYEMEYECEK HALE GELİP BİR GÖZÜNÜ TOPRAĞA DİKTİĞİNDE " Çok denedim ama OLmadı " deme sakın.

Evet çok denedin ama her seferinde ilk engelde vaz geçtin !!!

SEÇİM SENİN.

Ya kendi hayatını yaşarsın yada, onun bunun öğretileri ile dolu ASLINDA BOŞ BİR HAYATI.

Şimdi kalk ve hayallerinin peşinden koşmaya başla !!!

Avni Sevinç

HAYATA SIĞAMAYANLAR


Onlarla karşılaştığınızda garip, kozmik bir ışın sarar sizi. Neden etkilendiğinizi bilemezsiniz. Yüzleri birbütündür. Her parça diğerini amansız bir biçimde tamamlar.
Farklılıklarını kader gibi taşıyan bu insanlara tepkiniz, önce hayranlık, sonra öfke, daha sonra çığlıkçığlığa kaçma isteğidir. Şaşırmazlar, sizin gibileri çok görmüşlerdir. Onlarla yaşamanın zor olduğunuiyi bilirler. Çünkü, bu dünyaya herhangi bir rolü oynamaya değil, hayatın kendisi olmaya gelmişlerdir.
İnsanlar, sık sık o büyük acılarını anlatmak için onları arar. Dinlemesini iyi bilirler. Kendi yaşamları sanki yoktur. Soluk soluğa başkalarının yaşamlarında koşarlar. Kendilerini doruklarda, yalnızca doruklarda tüketirler. Kişilikleri yoktur. Kişiliğin, kişiliksizlik olduğu bilincindedirler. Bu nedenle onları,sevdiğiniz her şeye benzetebilirsiniz; anne, sevgili, gökyüzü ya da bir film karesi.
Sanatçı olmasalar da sanatçı gibi yaşarlar. Sorularla. Yanıtını aldıkları bütün soruların, sorusunusorarlar. Bütün kavramları, kendileri isimlendirirler. Ahlaksızdırlar. Sezdikleri her şeyi yaşarlar. Sürekli,sevinç ve keder içinde. Herkesin “yeter” dediği yerde, “yeni baştan” diyerek. Kırılgan, ama umarsız değillerdir.
Kendilerinden başka hiç kimseyi incitmeyi başaramadıkları için, bu dünyaya başarısız olmaya gelmişlerdir. “Tek savunmaları, savunmasızlık”tır. Kimseyi yargılamayı bilmezler. Hiç bir canlıy ıöldüremez, zarar veremezler.
Öğretilerinde, “karşı koyma” sözcüğü yoktur. Bir çocuğun tek bir gözyaşına bile yaşamlarını vermeye hazır oldukları bu dünyaya, asla seyirci kalamadıkları için, çoğunlukla intihar ederler. İntiharı herhangi bir nedenle erteleyenleriyse, intihar biçiminde bir yaşam sürdürürler.
Kendilerini merkeze koymayı asla beceremezler. Baş eğişleri çaresizlikle karıştırılır çoğu zaman. Ama kendilerinin ya da başkalarının onurunu korumak söz konusu olduğunda, ” Bir karadağ tabancası” gibi sakladıkları baş kaldırılarını gün ışığına çıkarırlar. Baş kaldırırlar, çünkü, salt duygu olarak yaşarlar.Baş kaldırırlar, çünkü, görev bilinci yerine sevgiyi koymuşlardır, ödünsüz ruhları başka türlü varolamadığı için.
İvan´ı anlar, Alyoşa´yı hisseder, Dimitri gibi yaşarlar ve arkalarında bir mor menekşe mutlaka bırakırlar;başkalarının acılarını sarsın diye. Onlar, bu dünyayı “düzeltmeye” gelmişlerdir. Umutsuzluktan yola çıktıklarını, daha çocukluklarında hissederler. Bize böylesine saf görünmeleri, çocukluklarını yaşatmaları değil, çocuk olmalarıdır. Kendinden başka rolü olmayan bir çocuk. Önünde diz çöktükleri tek şey mağara duvarına o resimleri çiziktiren insan elidir.
Bir gün, bir şarkıda, bir kokuda ya da aynada onlarla buluşursanız, ne olur kendinizi esirgemeyin.Bir an için bile olsa.
Çünkü onlar, “an” lara inanırlar ve o “an ” için yaşarlar.

alıntı....

İki Gezgin Meleğin Hikayesi



İki Gezgin Melek, geceyi geçirmek için oldukça varlıklı bir ailenin evinin kapısını çalmışlar. 

Aile, pek kaba bir üslupla,meleklere yatacak yer olarak koca malikanenin konuk odalarından birini vermek yerine, soğuk bodrumundaki küçük bir köşeyi göstermiş. 
Melekler buz gibi odanın soğuk ve sert zemininde kendilerine yatacak 
bir yer hazırlamaya çalışırken, Yaşlı Melek duvarda bir delik görmüş ve 
kalkıp deliği onarmaya girişmiş. 
Genç Melek, Yaşlı Meleğe bu hareketinin nedenini sorunca, Yaşlı Melek hafifçe gülümsemiş: 
- Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir... 

Sabah malikaneden ayrılan melekler, gece bastırınca bir kez daha kalacak yer bulmak umuduyla, bu defa çok fakir bir çiftçi ailesinin kapısını çalmışlar. 

Son derece misafirperver olan fakir karı koca, sofralarında ne var ne yoksa meleklerle paylaştıktan sonra, onlara rahatça uyumaları için kendi yataklarını vererek yanlarından ayrılmışlar. 
Sabah güneş doğduğunda,melekler zavallı karı kocayı gözyaşları içinde bulmuşlar. 
Yegane geçim kaynakları olan tek inek tarlalarının ortasında cansız yatmaktaymış. 

Genç Melek bu sefer iyice öfkelenerek Yaşlı Meleğe isyan etmiş: 
- Bunun olmasına nasıl izin verebildin ?! O varlıklı kaba adamın herşeyi vardı ama sen kalktın ona yine de yardım ettin. Bu iyi yürekli fakir ailenin ise o tek inekten başka hiçbir şeyleri yoktu;buna rağmen onu bile paylaşmaya gönüllü oldular. Ama sen o ineği de yitirmelerine izin verdin!? 

Bunun üzerine Yaşlı Melek, Genç Meleğe dönerek şu cevabı vermiş: 
- Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir. O zengin malikanenin bodrumunda kaldıgımız gece, duvardaki deliğin dibinde külçe külçe altın saklı olduğunu farkettim. Malikanenin sahibi bu kadar açgözlü olduğu için ve kendisine verilmiş şans sayesinde edindiği zenginliğin bir parçasını bile paylaşmaya yanaşmadığı için, ben de o deliği öyle bir kapatıp mühürledim ki artık arayıp bulsa da açamaz. 

Ve devam etmiş: 
- Sonra, dün gece biz çiftçi ailesinin yatağında uyurken, Ölüm Meleğinin o çiftçinin karısını almaya geldiğini gördüm. Ben de onun yerine Ölüm Meleğine ineği verdim. Yaşlı Melek, gülümseyerek bir kez daha eklemiş: 
Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir… 

Bazen, işler istediğimiz gibi sonuçlanmadığında, aslında bizim de başımıza gelen tam da budur işte. Eğer inanıyorsanız, yapmanız gereken şey sadece, her sonucun her zaman sizin lehinize olduğuna güvenmektir. 
Bunun böyle olduğunu, ancak belirli bir zaman sonra öğrenebilecek olsanız bile… 

Bazı insanlar, Hayatımıza girerler Ve çabucak çıkarlar.. 
Bazıları ise, Dostumuz olur Ve bir süre orada kalırlar.. 
Yüreklerimizde O güzel ayak izlerini bırakarak.. 
Ve bu, İyi bir dost kazandığımız için, 
Bir daha asla Eskisi gibi olmayacağız demektir! 

Dün, tarih oldu. 

Yarın, bir gizemdir. 

Bugün ise bir armağan. 

Bence bu çok özel bir şey ..... 
her anı doyasıya yaşayın ve tadını çıkarmaya bakın ... 
Hayat, bir kostümlü prova değildir! 

Küçük Ruhun Hikayesi


"Günün birinde küçük ruh heyecan içinde Tanrıya gider ve ona "Ben kim olduğumu biliyorum" der. 
Tanrı, peki sen kimsin? der. 
Küçük ruh "Ben ışığım" der. 
Ve Tanrı, "Doğru, sen ışıksın!" der. 
Ruh bir an düşünür ve sonra "ama ben ışık OLMAK istiyorum."der. 
Tanrı, "Ama sen IŞIKSIN."der. 

Ruh," Işık olduğumu biliyorum, ama ışık OLMAK istiyorum. Işık olmayı kendim deneyimlemek istiyorum. Kendi deneyimlerimle bilmek istiyorum." der. 

Tanrı, "Oh anladım, sen halihazırda olduğun şeyi deneyimlemek istiyorsun." der. 

Küçük Ruh, "evet, istediğim budur. Kendimi ışık olarak deneyimlemek istiyorum - sadece bilmek yetmiyor. Işık olmayı yaşamak istiyorum." der. 

Tanrı der ki, " bunu anlayabiliyorum, ancak bu çok zor bir iş. Çünkü yarattığım ışıktan başka bir şey yok ortada. Ve senin ışığın güneşin içindeki bir mum gibi. Sen orda milyarlarca ve milyarlarca başka mumların arasındasın ve hepiniz birlikte güneşi oluşturuyorsunuz. Bu mumlardan bir tanesi dahi olmasa güneş de olmaz. Işıkların arasında ışığını fark etmek istiyorsun ki bu oldukça karışık bir bilmece." 

"İyi ama sen Tanrısın, bir çözüm bulursun." der küçük Ruh. "Düşündüm ve buldum." der Tanrı. Kendini ışıkların içinde bir ışık olarak fark etmen imkansız olduğuna göre seni, senin olmadığın bir şeyle kuşatacağız. Birlikte senin olmadığın bir şeyi hayal edip seni onunla saracağız ve bunun adını karanlık koyacağız. Seni bu karanlıkla saracağız. Seni senin tam zıddın olan bir şeyle sararak senin ne kadar parlak bir ışık olduğunu deneyimlemeni sağlayacağız." 

Küçük Ruh, "Tamam, ben karanlığı getirmeye razıyım, böylece ışık olabileceğim." dedi. 

Tanrı, "Bunu senin için istedim. Seni karanlıkla kuşatacağım ama kendini karanlıkla kuşatılmış bulduğun an yumruğunu kaldırıp, göklere küfretme, sadece karanlığı aydınlatan bir ışık ol ki gerçekten ışık olduğunu bilebilesin. Ve dokunduğun yaşamların hepsi de senin ne olduğunu bilebilsinler. İnsanların önünde parlamalısın ki onlar kendi ışıklarının yansımalarını sende görebilsinler. Bunu sahip olduğun ilahi veçhelerin herhangi biri ile yapabilirsin. Şimdi yaşam formu içinde iken "ruh amacı" olarak seçtiğin ve yaşamlar boyunca seçmeye devam edeceğin veçhelerimden herhangi birini dikkatlice seç. İyi ve akıllı bir seçim yap. 
Evet söyle bakalım önündeki yaşam için neyi seçiyorsun?" diye sordu. 

Küçük ruh büyük bir heyecanla, "herhangi bir veçhen olabilirim." dedi. 

Tanrı, evet ama bu senin seçimin olmalı, hangisi, diye sordu. 

Küçük ruh, yani önümüzdeki yaşam için, mutluluk, neşe, akıl, barış, sevgi ya da bir başka şey olabilir miyim, diye sordu. 

Haklısın, dedi Tanrı. 

Küçük ruh, seçtim diye bağırdı, seçtim. Ne olmak istediğimi, neyi deneyimleyeceğimi seçtim. 

Tanrı, evet dedi, bu senin için büyük bir gün çünkü sen bağışlamayı seçtin, sen bağışlama olacaksın. 

Evet, evet dedi küçük ruh, olmak istediğim bu. Kendimi bağışlama olarak deneyimlemek istiyorum. 

Kulağa hoş geliyor dedi Tanrı. Yalnız bir sorun var. Ortada bağışlanacak kimse yok.! 

Hiç kimse yok mu dedi küçük Ruh. 
Tanrı yanıtladı. " Etrafına bir bak. Senden daha az mükemmel, daha az parlak kimse görüyor musun?" 

Küçük Ruh döndü evrenin dört bir yanından olan biteni seyretmeye gelen diğer ruhlara baktı. Tek görebildiği hepsinin de en az kendi kadar mükemmel, parlak ve bütün olduğu idi. Etrafındaki bu mükemmelliği gören küçük ruh, "etrafımda mükemmellikten başka hiçbir şey göremiyorum. O zaman ben kimi bağışlayacağım? Benden daha az mükemmel olan tek bir varlık yoksa ortalıkta ben mükemmelliği nasıl deneyimleyeceğim? 

Tam o sırada bir ruh dostça kalabalığın önüne çıktı. " Üzülme, beni bağışlayabilirsin." dedi. 

Küçük Ruh, sen kimsin diye sordu. 

Dost ruh, "Ben kalabalığın içinden herhangi biriyim, sadece bir adım öne çıkmayı seçtim. Sana önündeki yaşam süreci içinde bağışlanacak birisini temin edeceğim, sana öyle bir şey yapacağım ki sen de bağışlamayı deneyimleyebileceksin." 

"Ne, ne yapacaksın? Nasıl yapacaksın?" diye sordu küçük ruh. 
"Bir şeyler düşünürüz," diye yanıtladı dost ruh. 
"Ama neden? Neden bunu yapacaksın, sen de en az benim olduğum gibi tam bir mükemmeliyetsin, bir güzelliksin, ışığın parlak kişiliğinin simgesi olarak parıldarken, niye böyle bir şey yapasın ki? 
Titreşimlerinin hızı sana öyle bir parlak kazandırıyor ki gözlerimi kamaştırıyorsun. Bu titreşim düzeyini yavaşlatmayı istemeni anlayamıyorum. 
Böyle korkunç bir şeyi yaparak kendini niye ağırlaştırasın ki?" 

Çünkü, dedi dost ruh, Çok basit. Bunu yapacağım, çünkü seni seviyorum. Öyle şaşırmış bakma bana. Hatırlamıyor musun, sen de benim için aynısını yapmıştın. Bu kadar çabuk mu unuttun? Bu dansı seninle birlikte, ikimiz daha önce de yaptık. Hatırlasana seninle her şey olduk. Yukarısına da çıktık, aşağısına da indik, soluna, sağına, öncesine, sonrasına gittik. Her şeyin iyi ve kötü yanları olduk. Her ikimiz de bir diğerimiz için bir diğer yanı oluşturduk. Mutlaka hatırlarsın, sen benim katilim, ben de senin katilin olmadık mı? Hatırlasana.. Evet bir noktada haklısın. Titreşimi senin tanımladığın şekilde düşürmek hiç de kolay olmayacak. Kolay bir konu değil bu, ama olsun, ben de senden bir başka yaşam süreci için benzer bir şey isterim... Yeter ki sen bağışlama olabil. 

'Ne istersen yaparım' dedi küçük Ruh. Kendimin ne olduğunu öğrenmek için ne gerekirse yaparım. Söyle karşılığında ne istiyorsun? Dost ruh şöyle dedi: 

“Sana vursam da, yüzüne tükürsem de, sana olabilecek en büyük kötülüğü yapsam da, aynı anda benim gerçekte kim olduğumu anımsa. Eğer beni şimdi olduğu gibi unutursan, ben de kendimi hatırlayamam. Daha da kötüsü sen de kim olduğunu unutursun ve ikimizde unuttuğumuz zaman bize bunu hatırlatacak bir üçüncüye ihtiyaç duyarız..." 

Sen, Dünyanın Birinci Harikasısın!

Tanrı dedi ki: 
Sen dünyanın birinci harikasısın. Hiç araştırdın mı? Kitaplar senden bahsetmiyor olabilir, ancak sen fevkalade bir harikasın. 

Evet,Evet sen!..Sen dünyanın ilk harikasısın. 

Benim gözlerim ve yüreğim seni yarattığım için parıldıyor. 
Yanlış anlama, tüm yarattıklarımı seviyorum, ama en çok ilgimi verdiğim Sen'sin. 
Kendime hergün sorarım, "Benim Sevgilim bugün nasıl?" diye. Ve evrende seni bulur, kollarıma alır ve nasıl olduğunu anlamak için gözlerinin içine bakarım. 

Ben tabii ki senin aslında nasıl olduğunu biliyorum. Ama ben senin gözlerine, kendinin nasıl olduğunu düşündüğünü görmek için bakarım. 
"Benim ayrıcalıklı Çocuğum bugün kendisini nasıl hissediyor?". 

Aslında herşey benim için ayrıcalıklı, ve inanır mısın, herkesin mutlu veya mutsuz nasıl olduğunu görmek için yapmam gereken tek şey senin gözlerine bakmak. 
Senin gözlerinin içinde, herşey apaçık ortada. 
Bu hayatta gerçek olan ile senin düşündüğün genellikle iki ayrı şeydir. Belki de sen kendini kumsaldaki bir kum tanesi kadar değersiz hissediyorsun. Bu yüzden de, sen kendi ihtişamına ulaşabilesin diye oraya buraya tavsiye tohumlarımı ekiyorum. Sen benim ihtişamlı olduğumu düşünüyorsun değil mi? 

Öyleyse, sen nasıl kendini bundan daha aşağıda görebiliyorsun? 
Egonu şişirmek amacında değilim. Ego tamamen bir çelişki. O seni yüceltsin mi yoksa yerden yere mi vursun, buna bile karar veremiyor. Ego kendisine güven duyamayacağın geçici bir varlık, ama sen, Sen, gerçek olansın. Ve ben de gerçek olanım. 

Ama yine de sen benden ziyade egona inanmayı tercih ediyorsun. 

İşte bu bir muamma ve benim hayatta gördüğüm inanması en zor şey. Ufacık değersiz şeyleri kocamanmış gibi gösteren bir delinin anlattığı hikayeyi sen bütün dikkatinle dinliyorsun fakat benim söylediklerim bir kulağından girip diğerinden çıkıyor. 

Bu durum öyle bir hal almış ki sen egonu asıl gerçekten ayıranın ne olduğunun farkında bile değilsin. Bu seni hiç mi şaşırtmıyor? 
Bir meşe palamudunun ağaçtan ne kadar da uzağa düştüğünü zannetmesi hayret verici. Oysa ağaç onu fırlatıp atmaz. Ağaç meşe palamudunu terk etmez, veya yarı yolda bırakmaz. Meşe palamudu ağacın hemen dibine düşmüştür, ancak yine de kendini cennetten fırlatılıp atılmış değersiz bir çöp gibi hisseder. 
Oysa örülen ince sevgi ağları meşe palamudunu benim kalbimdeki Anne Ağaç ile daima uyum ve bağlantı içinde tutar. Kendi sevgine bir kulak vermen, onu dikkate alman hakkında sana neler söyleyebilirim? 

Sana karşı olan sevgimin farkına var, o zaman şüphe yok olur gider, elinde saf sevgi kalır. 
Düşünsene, kendisi tamamen sevgiden oluşan bir tanrı ne kadar da çok sevebilir... 

Bir tanrının evladı kendine ne kadar da çok sevgi çekebilir, kendisi o yaratanın bir parçası iken... 

Güneşin parlaması, nehirlerin akması ve çiçeklerin açması için ne kadar sevgi gereklidir? 

Peki senin kendi yüreğini aydınlatmak ve onu kendi gerçeğine uyandırmak için ne kadar sevgi gereklidir? 

Cennetin tüm sevgisi sana verilmiş durumda, onunla ne yapacağın tamamen senin kendi seçimin. 
Bu yüce sevginin farkına varmanı, kabul etmeni ve ardından paylaşmanı diliyorum. Ben sana sevgiyi bundan çok önce, yaradılıştan bile önce verdim ve bütün bu süre boyunca bu sevgi senin. Ben sana sevgimi başkalarıyla paylaşasın diye verdim. Benim sevgim senin yüreğinde ve bu dünyada dönüp dolaşıyor. 
Nerede benim sevgim? 
Senin içinde. 
Sen neredesin? 

Benim kalbimdesin. Sen sevginin bir ürünüsün. 
Peki ya sana bugün söylediklerimi dinliyor musun? 







Evet diyenler el kaldırsııııııııııııııın :))) 
sevgimle.. 

19 Aralık 2011 Pazartesi

Harika bir motivasyon konuşmacısı Less Brown


Bu adamı dinleyin - Zig Ziglar


Hala izlememiş olanlar için The Secret


Suyun mucizesi


Liderlik üzerine harika bir video



Ahmet Şerif İzgören den


Zihin Kontrolü

http://www.youtube.com/watch?v=1nOQ2TLr4Ds&feature=related

Beyninizi Değiştirin Hayatınız değişsin


Sevginin iyileştirici gücü

http://siz.net/herkese-sarilan-adam-videosu/

7 Aralık 2011 Çarşamba

NE DÜŞÜNÜYORSAK OYUZ !!


BEYNİMİZİN OYUNU...
Beyindeki her faaliyet, belli bir enerji üretir. Duygularımızın yönlendirmesi ile oluşan düşünce de beyinde enerji yükünün oluşmasına yol açar. Bu biriken enerjiyi, yönlendirme ile kullanabiliriz. Einstein'ın rölativite teorisine göre, quantlar denen titreşimler, o maddenin cinsine göre titreşimler topluluğu olarak canlanma bulur. Her oluşum, atomun en küçük parçacığı olarak bilinen quant taneciklerinin belli oranda yoğunlaşmasıdır (düşünce, duygu, ışık, madde, her şey).

Einstein'ın rölativite teorisine göre, quantlar denen titreşimler, o maddenin cinsine göre titreşimler topluluğu olarak canlanma bulur. Her oluşum, atomun en küçük parçacığı olarak bilinen quant taneciklerinin belli oranda yoğunlaşmasıdır (düşünce, duygu, ışık, madde, herşey). Titreşim ve titreşimler topluluğu, kendisinden zayıf titreşime sahip maddeyi kendi etkisine düşürdüğü gibi; kendisinden güçlü titreşimlerin de tesirine girebilir. Bütün her şey için geçerli olan bu doğa yasasına göre; ruhsal yapısı olmayan iki madde titreşim yoğunluklarının gücü ölçüsünden birbirini etkiledikleri halde, hem maddî, hem de ruhsal bir yapıya sahip olan insan, bir cismi veya diğer bir insanı etkileyemez mi? Öz indüksiyon akımında; bir telden bir akım geçerse, o telin etrafında bir manyetik alan oluşur. Bu manyetik alanda bir iletken tel bulundurursak, mevcut manyetik alandan dolayı o telden de bir akım geçmeye başlar.

İndüksiyon akımı oluşturur. Diğer telde ters yönde bir elektrik akımı oluşur. Transformatör de bu mantıkla çalışır. Bazı kişiler, güçlü ruhsal gelişimleri kapasitesince beyinlerinde önemli bölgeleri devreye sokmuştur (Bazılarında, doğuştan devrededir). Bu kişiler, güçlü verici ve alıcı dalgalar yayar. Karşısındaki kişinin beynine ek kapasite yükleme yapar. Onun güçlü enerjisi, yaydığı dalgaların etkisi iledir. Düşünce de bir enerjidir. Yoğunluğuna göre Hertz dalgalarından daha fazla olarak dalgalar evrene yayılır. Bu yayılan dalgalar, çevremizde ışınım yapan titreşimler yaratır. Bu titreşimler, irademiz dışında, bu düşüncenin konusuna eğilim gösteren diğer düşünce titreşimlerine çarpar. Güçlü irade ve arzu ile yönlendirilen düşünce titreşimleri, istenen mesafe ve mekâna ulaştırılır (Uzaktan enerji gönderme). Kendisine düşünce formları gönderilen kişinin aurasında dalgalanır. Telepati, sevgi veya olumsuz duyguların karşıya iletilmesi bu formülle olur. Düşünce formları fiilen kapsadıkları enerjiye doğrudan etki eder. Düşünce ile oluşan beyinsel hareket, organizma hududunu aşar, aurayı titreştirir. Bu titreşimi uzağa iletir, sonra onları almaya uygun beyinlerle irtibata geçirir. Şifalandırmada da benzer yöntem uygulanır. Düşük veya uygun olmayan bir titreşimi, daha süptil güçlü bir frekansla rezone etmektir (Sağaltma, enerji yükleme, şifa ayeti okuma, kanal olma, öpme sırasındaki enerji geçişlerini böyle izah edebiliriz). Bozuk titreşen bir hücre bile, organizmada duygu ve düşüncelerde olumsuz etki yapar. Olumlu veya olumsuz bir duygunun düşüncelerimize, fizyolojimize etkilerini artık biliyoruz (Moral). Beyin programlanmasında nöronların birbirleriyle etkileşime geçerek değişim ve dönüşümleri, şuuru oluşturur. Zikirde aynı kelimenin tekrarı ile hücre grubunu açar, devreye sokar, mananın zuhuru, idrakle kavranımı ile orayı mana istikametinde programlarız.

Bilinçlenir ve tekâmül ederiz. Bizdeki mevcut o vasıf ortaya çıkar. Keramet veya istidraç, beynin farklı yönlerinin devreye girerek farklı enerjileri devreye sokmaktır. İnsan vücudunda hücre, organ, kas, kemik vesaire, belli frekanslarda titreşir. Bu frekansın değişmesi, o bölgede sorunun olduğunu belirtir ve hastalığı işaret eder. Eğer vücudumuzun bir hücresi bile yanlış frekansta ise bu durum aurayı etkiler. Uygun bir frekans uygulaması ile (renk, taş, enerji terapisi, zikir) bu titreşimi rezone edip dengeyi kurabiliriz. Beden, uygun şartlar altında her zaman orijinal yapısını kazanma eğilimine sahiptir. Kıskançlık, öfke, nefret, korku, evham gibi hisler kalıcı huy haline dönüştüğünde, ciddi organik değişiklikler yaratabiliyor. Olumsuz duygu ve düşünceleri değiştirdiğimiz zaman, fiziksel olarak da değişime uğruyoruz. Doktor Carles Philmore, "İnsan bedeninin ihtiyacı olan bütün ilaçlar zihinsel olarak üretilmektedir, zihindeki yenilenmeler, vücuttaki hücrelerin de yenilenmesine sebep olur." der. Düşüncelerin şekline göre vücudumuzu bozabilir veya yeniden yaratabiliriz.

Yaşamımız da bu döngünün içindedir. Ruhumuz sürekli özüne, aslına dönmek, bütünleşmek adına gelişmek ister. Gelişmesi için deneyim yaşaması lazımdır. Bilgi, olayı değerlendirmeye alabilmek için gerekli olan altyapının bölümüdür. Gelişme, tekâmül için bilginin deneyimlenmesi, uygulanması lazımdır. Ruh, sürekli ihtiyacı olan için düşünce, şekil üretir. Bu hayallerle evrene talep vermektedir. Ona ihtiyacını bildirmektir. Ve evren, bu titreşimlere uygun enerjilerle yeni oluşumları, kişinin yaşamına verecektir.

Ne düşünürsek, oyuz!

(Alıntıdır.)

25 Eylül 2011 Pazar

Üstad'a ..


Üstad'a...

Zaman ve mekanın ötesinden bilge bir varlık dünyaya doğmayı seçmiş yüreğinin güzelliklerini paylaşmak için, sevgisini paylaşmak için. Zor zamanlarda zorlukların en zorundan önce geçip, dünyanın ağır enerjilerini temizleyip ışığını saçmak ve belkide başka yaşamlardan, belki başka mekanlardan tanıdığı sevgililere sende yapabilirsin demek için...tüm bu yolun ne kadar zorlu olacağını bilerek, olası tüm meydan okumaları kabul ederek, tüm ihtişamından sıyrılıp sıradan bir insan olarak... Ve zorlu yaşam serüveni başlamış. Yüreğinde bilgeliği olgunlaştığında ve koşulsuz sevginin ne olduğunu bilip, insanoğlunun yolculuğuna şefkatle baktığında uyanmış bilge varlık. Dünya üzerinde ne yapmak üzere bulunduğunu artık biliyormuş, ama diğerlerine bunu anlatması da en az yolculuğu kadar zormuş!İnsanoğlu enerjisini teslim etmeye o kadar alışmış ki, sorumluluğu almadan yaşamaya o kadar alışmışki, aralarında yaşayan bu sevgi üstanını tanıyamıyorlarmış bile. Kendi içinde tam olan, enerjilerini çalmayan ve kendinde de vermeyen birine üstad diyemiyorlarmış. Ve üstadın enerjisini hissettikçe saldırıyorlarmış. Ve onun insan yanını acıtıyorlarmış.Neredeyse sevgi üstadını bile sıradanlığına ikna edercek kadar canını yakıyorlarmış.Çünkü belki de hala üstad bile kendi mühteşemliğinin farkında değilmiş!Dünya enerjilerinin etkisiyle hala zihninde sorguluyormuş. Belkide üstadlığın basitliğini görmezden geliyormuş. Ve bunların hiçbiri onun bir sevgi üstadı olduğu gerçeğini değiştirmiyormuş...
Bu satırları okuyan, ve kalbinde kelimelerle anlatılanın ötesini duyan Sevgili Üstad,
milyonlar aksini de söylese bil ki senden kilometrelerce uzakta, senin yüzünü hiç görmemiş, yaşamını hiç bilmemiş, ama dünyaya doğmadan önce dost olduğun, seni tanıyan, senin de tanıdığın seni seven biri yaşıyor bu dünyada..O biliyor...O yolun zor olduğunu biliyor...O bilincin dönüşürken ne kadar zorlandığını biliyor, meydan okumaları biliyor...O biliyor ki, sen öğretmensin...Sen bu dünyada değil, evrenlerde öğretmensin...O bu satırları sana yüreği sevgiyle yazıyor...Üstad, yoluna devam et. Sen muhteşem bir öğretmensin. Sadece buna sahip çık..dünya adını bilmediğim sevgili sevgi üstadı, sevgili dostum, biliyorum ki dünyaya doğmadan biz birbirimizi tanırdık.Yolculuğumuz bittiğinde ve birbirimize tekrar ruhsal adımızla hitap edinceye kadar hoşçakal...Bil ki bu dünyada yürüdüğün yol için sana minnettar bir kişi var.Ve tüm sevgimle üstad'ları selamlıyorum...
Sule deveka
ya..